30 Nisan 2009

cannavaro

fabio cannavaro, 36 yaşında, real madrid yeni kontrat önermiyor. eski takımı napoli istiyor, yine eski takımı juve istiyor, fabio belki real'i biraz daha beklerim diyor yeni kontrat önerirler diye. sıkı napoli'lidir bu çocuk.

ah ah. bir türk takımı alabilse de fabio'yu bu yaşta, guinti'den sonra tekrar bir italyan izlesek sahalarda, bizim morgan'ı pek oyunda göremiyoruz zaten. fabio dünya kupasında oynamak istiyormuş gelecek yaz, o yüzden devam diyor futbola, oynasın zaten.

boş tribünler


bizdeki ankaraspor maçına benzemez ama bu pazar juventus-lecce maçı da seyircisiz oynanacak Olimpico'da. zaten pek bi cacık yapmazdı bu torinolular. ama boş tribünler ne kadar çekilmez bir oyun yapıyor futbolu di mi?

diego

bu çocuk iyi topcu, 24 yaşında werder bremen'in brezilyalısı. ama topçu milleti almanya'da da aynı. demiş ki:" biliyorum juventus klübüme bir teklif yaptı benim için ama kontratım 2011'e kadar devam ediyor. kalıp kalmyacağımla ilgili konuşmak istemiyorum, klübümün bileceği iş." aferim sana diego. izleyeceğiz bu yaz yakından.

mefharet aktaş


bilen biliyormuş, biz yeni öğrendik. mefharet aktaş adında, eskiden milliyette yazan bir hanfendi varmış. sonra ne olduysa olmuşi new york'a taşınmış. yıllar sonra tekrar bir yazısı çıkmış bir gazeteye, yazı aşağıda. okuyup feyz almak lazım.

"Adım Mefaret Aktaş. Türküm, doğruyum, tembelim ve New York’ta, Harlem’in ortasında bir ‘dive bar’da (Manası mutlaka ileride açıklanacak, sabırlı olun) barmenlik yapıyorum.

2002 yılında, İstanbul’da tam 8 yıl gazetecilik yaptıktan sonra birden etrafımdaki herşey ve herkes üstüme üstüme gelmeye, nefes alamamaya başladım. Milliyet gazetesinde çok güzel bir işim vardı, güzel bir muhitte oturuyor, güzel de para kazanıyordum. Sonra bir anda, önce panik ataklar başladı. Ardından ellerim, ayaklarımı uyuşmaya, sürekli bir endişe hali çökmeye başladı üstüme. Çok fena daraldım, depresyona girdim, Hayatımdan nefret etmeye başladım. En sonunda tebdili mekanda ferahlık vardır hesabi; iki adet bavulumu toplayıp, cebimde 1000- 1500 dolar ile New York’a taşındım.

7 yıldır New York’ta yaşıyorum. Eski kariyer günlerim çoook geride kaldı. Burada birkaç müzik kulübünün yöneticiliğini yaptım, birkaç konser organizasyonunda çalıştım. Şimdi barmenim. Çok ihtişamlı yerlerde de çalıştım ama şu anda aslında gayet de güvenli olan Harlem’in en tehlikeli bloğu olarak bilinen bir blokta bir barda her haftasonu kendi başıma barmenlik yapıyorum. Bir iki kişiyi tekme tokat bardan atmışlığım da var. Her seferinde “Ne zaman AK ile geri dönecek de tarayacak hepimizi bu herif” diye de bekliyorum!

Ama her zaman günü geçirecek kadar para yapıyorum. Çok da mutluyum. New York’un Türkiye’den en büyük farkı haftada üç gün çalışıp, o parayla dört gün yatarak makul ötesi bir hayat yaşayabilmeniz. Evet, krizde bile öyle. Tam da bu yüzden burada hayatımın büyük kısmını saz çalan ağustos böceği gibi ‘partileyerek’ geçirdim. Ve yine tam da bu yüzden anlatacak havalı, komik, ünlülerle ve partilerle dolu çok hikayem var. Ama hiçbiri bende şimdi anlatacağım gayet aşağılayıcı ve utandırıcı hikaye kadar iz bırakmadı. O yüzden, izin verirseniz, karlı bir kış gününde Lower East Side’da dünyalar yakışıklısı Josh Hartnett’le nasıl kesiştiğimize, Talking Heads’den David Byrne’e nasıl sandviç ve Cindy Lauper’a margarita yaptığıma, Viggo Mortensen’in ‘nerdy’ oğlunun babası sayesinde nasıl kız tavladığına, Özcan Deniz’in filminde çalışan patronuma, Brooke Shields’in restoranıma getirip durduğu -o ünlü doğum sonrası depresyonuna girmesine sebep olan- kabus bebelerine, davet edildiğim ‘über VIP’ Soho ’sex, drugs and rock’n'roll’ partilerine girmeden önce çok daha kişisel, ama çok daha eğitici, öğretici bir hikaye anlatmak isterim.

Tam bir New York 101 hikayesi. Üç gün New York’ta kalıp “Ben New Yorker’ım şimdi” diye kafa ütüleyen avanakların da kulağına küpe olsun!

2002 yılında New York’a daha yeni gelmiştim ve burada şansı yaver gidip de sözde “cool” takımla fırsatı bulan her Türk genci gibi kafam bulutlardaydı. Usta bir jonglör zarafeti ile, iki adet yemeyip de yanında yatılası sevgiliyi, şahane bir işi, ve “partilemeyi” gayet güzel çeviriyordum! Gündüzleri uyuyor ya da sevişiyor, geceleri de çalışıyor, sonra yine “partiliyor” ve tabii yine sevişiyordum. O gecelerin birinde 18 - 19 yaşındayken İstanbul’da tanıştığım, simdi Grammy sahibi bir prodüktör olan arkadaşım “Bill” (şimdiden söyleyeyim, ünlüler dışında hayatımdaki insanların isimleri hep “yalan” olacak) aradı, “Giant Step (New York’un en eski bağımsız plak şirketi), Donnie’yi Motown Records’a satıyor. Soho’da bir penthouse’da acayip bir parti var, date’im olur musun?” diye sordu. Yüzyıllardır tanıdığım Bill, yıllar içinde evlenmiş, sonra karısından ve çocuğundan ayrılmış, Lower East Side’da kocaman bir evde iki lezbiyenle yaşıyordu. Adamın hayatının en mutlu günleri olduğunu söyleyemeyeceğim. Beni rahatsız eden bir yapışkanlığı, bir uyuzluğu vardı o günlerde. Belli ki asılacaktı gecenin sonunda ve benim iki sevgilim ve işim arasında onunla uğraşacak vaktim yoktu. Ama “havuz başı, plak şirketi partisi” falan deyince aklım gitti. Müzik yazarlığı var kanımızda ya! “Bizim stüdyoya gel, oradan gideriz.” dedi. “Tamam” dedim.

Telefonu kapar kapamaz paçalarım tutuştu ama. “Ne giyeceğim?” Daha NY’a yeni gelmişim ve ilk “celebrity” partime gidiyorum, e biraz panikledim tabii. Sonunda bir sene önce Akmerkez Diesel’den aldığım benim için “too cool” olan parlak gri pantolonumla, arkasındaki delikleriyle kendimi biraz kertenkele gibi hissettiren siyah Patrizia Pepe bluzumu, dünyanın en cool ve yüksek topuk, kısa boyun botlarıyla eşleştirebildim. Bu arada Türkiye’de bilen pek yok ama Patrizia Pepe, New York’un baba parasıyla geçinen “hesapta karnı aç” artist tayfasının çok gözdesi. Kesin yakında karşınıza çıkar oralarda da. Giyecek bir şey ararken kesin bir kaç kilo vermişimdir ama yine de pantolonun içine girmek zor oldu. Bir rahatsızlık vardı anlayacağınız ama “New York’tayım, Soho’da rooftop havuzbaşı partisine gidiyorum. mutluyum, gururluyum hesabı, pek takmadım.

Bill’in stüdyosunda, o ve ortağı şimdi adını hatırlayamadığım yavşak görünüşlü bir rap’çi ile kayıt yapıyorlardı ama ara verdiler. Neyse, tanıştık falan ama üç herifin suratında sürekli moloz bir sırıtış var. İki lafın arasında sürekli bana bakıp kıkırdıyorlar. Ben de İngilizceme verip arada herhalde bir şey kaçırdım diye, orada çiğ tavuk gibi dikilip iyi niyetli gülümsüyorum. O an kendimi ne kadar zayıf ve yalnız hissettiğimi anlatmam imkansız. Bir süre sonra rapçi olan bir şarkı tutturdu. Su an tek hatırlayabildiğim,

“Oh, that’s right, oh no / fix yourself girl / you got a cameltoe” kısmı.

Üçü de hafiften sallanmaya dans etmeye başladılar. Kısaca, “Kendine çeki düzen ver kızım, ‘cameltoe’n var” diyor şarkı. Ama benim’cameltoe’nun ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.

Cameltoe: (Devetırnağı): (İng, argo) Bir kadının, gereğinden sıkı pantolon giymesi ya da pantolonunu çok fazla yukarı çekmesiyle, ön bölgesinde oluşan deve tırnağını andıran gözlere zarar manzara

”Ne oluyor diye?” Bill’e sordum. “Fannypack diye Brooklyn’li bir grup var, ‘Cameltoe’ diye bir şarki ile çok ünlü oldular, onu söyluyor” dedi. Ben saftirik “Haa, tamam o zaman” diyerek kapattım mevzuyu. Çıktık stüdyodan, konu bir daha açılmadı. Fırsatta olmadı zaten. Çünkü Soho’da efsane gibi bir penthouse’da efsane gibi bir partiye gittik. Şöyle ki; evin çatısında orman var, havuz var. Açık hava jakuzisi ve duşları var. Kendi ekosistemi var! Herkes bir dolce vita halinde takılıyor.

Neyse, ertesi günü gazeteci olan sevgilim Adam’la onun Williamsburg’deki evinde oturuyoruz. Bana o gün yaptıkları röportajı anlatıp bir manken kızın fotoğraflarını göstermeye başladı. Arada bir ikisini işaret edip “Şu ‘cameltoe’ya bak, kesin bunları kullanamayız. Utanır insan!” demez mi? ‘Dude!!??’ dedim- nedir bu ‘cameltoe’ biri Allah rızası için söyler mi?” Söylemez olaydı. Anında başımdan kaynar sular dökülüverdi. Ben öyle ‘cool’ olacağım, partilere gideceğim, ünlülerle tanışacağım derken, meğer bizim krolar benim ‘cameltoe’mla dalga geçmişler bir önceki gece! Ondan bana ve benim aşağı bölgeme bakıp gülüyorlarmış sürekli. Ha!

7 sene sonra bugün çok daha ‘bilge’, çok daha olgunum ve çok daha iyi İngilizce konuşuyorum. New York’ta yeni bir dünyayı tüm ayrıntıları ile keşfettim, çok yaşadım, çok eğlendim, çok öğrendim. Ama çok da ağladım. Şu anda yanımda uyuyan İrlandalı sevgilim Jamie tam sızmadan önce “Seni takdir ediyorum, bunca güzel hikayenin arasında, utanç verici olanı seçtin” dedi ama biraz da alınmış bir ifadeyle. Ama benim gözümde en önemli hikayem bu. Ben İngilizceyi o gün öğrendim sayıyorum kendimi.

Diyeceğim odur ki, aklında bulunsun ABD yolcusu Türk genci; atma kendini ‘cool’un kollarina heyecanla! Tetikte ol, akilli ol, ezilme! Bi’ de beni takip et ara sıra, havan değişsin…"


hanfendiyi daha yakınen tanımak isteyenler buraya



sedat


galatasaray formasına hizmet etmiş her futbolcu gibi seni sevdik, hatta ilk şampiyonlar ligi maçlarında sahaya çıkmış topçumuz olarak seni daha çok sevdik belki de. sana bizden bir el-fatiha sedat. mekanın cennet olsun.

papatya

Papatya ırakta napıyor?

Girmiycem bu politik işlere, futbol, kadinlar muzik yazicam diyorum ama olmuyor. Oyle olaylar yaşıyoruz ki ne desek boş hakkaten. Alın size haber, semra özal ve oğlu ahmet özal barzani ile görüşmeye gitmişler. Hey allahım yarabbim. Ergenekon toplasin bunları da 69. dalga olarak. Ne işin var senin orda? Ne sıfatla gidiyorsun ve ne görüştün? Tama turgut bey kürttü, çok haklar verdi zamanında, hatta kimilerine göre bu terör olaylarına yol veren de oymuş vs. (ki ben katilmam bu goruse). De karisinin ve oğlunun ne maksat gidiyorlar? Benim ilk aklıma gelen ticaretle ilgili bişeydir oldu, sonunda para pul olmadan emekli papatya kalkıp da gitmez kuzey ırak’a diye düşünüyorum.

habere gel

gelişmeleri yerinde görmek istemiş hanfendi. Först leydi dediğin budur.

sınav

Sınav stresine girdik ya 1 saatliğine, anılarım canlandı, taa ilkokuldan başlayan. Ben anadolu liseleri ve özel okullar sınavlarına girerken hiç stres olmamıştım. Yaş büyüdükçe sınav stresi kavramı ile tanıştım. Okuldan mezun olma sınavım olan betonarme 2 sınavından girdiğim ruh halini öys’de girmemiştim. Bugün ise şirkette dandiktan 1 saatlik bir ingilazca sınavına girdim. Saolsun aggressione her zaman olduğu gibi yine yardımlarını eksik etmedi. Aggressione world wide. İnsanın bir şekilde iş hayatındaki yolunu bu tip sınav garabetleriyle kararlaştırmak çok çağ dışı olmuyor mu diyorum kendime, diğer yandan da e o zaman nasıl seçicekler peki diyorum. Herkesle 5 saat ingilizce mülakat yapacaklar değiller ya. Herneyse, şimdi sınav kötü geçti ya, millete sallama yazısı kıvamına getirmeden konuyu ülkemizin eğitim sistemine bağlamak istiyorum. Biz bu saçma sistemin şanslı kullarından olmamıza rağmen (o kadar şanslı ki aggressione ile toplamda 11 sene beraber okuma imkanım oldu) 2 soru fazla yapıp itünün taşkışlasında sağlam mimar kızlarla maketlere uhu yapıştıracekken, 2 soru az yapıp 1 sene evde arkadaşlarım inkilap tarihi alırken giriş binasında hala test çözüyor olabilirdim, netice de yıldızın beton b binasına girişte sağdaki beton blok üzerinde 4 sene geçirdik. Güzel de geçirdik. Ama devletimin aklı başında çocuklarını 3 saatlik 3 sınavla başarılı ya da başarısız ilan etmek veya imkanlardan mahrum etmek nasıl iptidai bir metoddur? Sonra ülkemiz ilerleyemiyor edebiyatı, ülke insanının ilerlemesi için bile imkanlar kısıtlı iken, bu insanlardan oluşan devletin ne kadar imkanı var ingilizce bile bilmeyen bir başbakanla?


Memleketimin insanı youtube’a bile giremiyor. Youtube demişken bostancıdaki olayları gerçekleştiren örgütün internet sitesinde ölen teröristin boy boy fotoğrafları, boş ovalarda havan topu sallarken videoları var. 30 senedir bizim milliyetçi bakış açımız ve adamların teröristleri özgürlük savaşçıları şeklinde göstermeleri değişmedi. Tüm dünyada böyle tabi. Biz eta ile ilgili film (el lobo) izlediğimizde nasıl etkileniyorsak, avrupalı da akşam haberlerinde kurdish rebels hakkında görüntüleri izleyince aynı hislere kapılıyor. Ne boktan bir dünya değil mi? Tüm oyunlar insan eliyle yaratılmış ve insanları öldürmek üzerine. Badem olmuş gidiyoruz.

28 Nisan 2009

toparlama

yazmayali cok zaman olmus. isler bir yandan, icraatlar bir yandan sikistirinca blogu agressioneye yüklemiş olmuşuz, farkına vardım. aklimda olan yazmam lazim dediklerim vardi, çoğunu unuttum. artık bloknota bunları da yazacağım sanırım, tarih not düşülsün. galatasaray bizi bezdirdi, ama demem lazım şunu "bülent korkmaz bu kadar mı kötü olmak zorundaydın?". tamam hepimizin bir takım korku ve şüpheleri vardı kaptan takımın başına gelirken ama hiçbirimiz bu kadar canice hareketler yapacağını tahmin edememiştik. skibbeyi arar da bulamaz olduk. kötü sıfatı bile yetmedi anlatmaya, kendisine olan sevgimiz ve saygımız azalmadı elbette (çünkü onları doğuran olaylar başkaydı) sadece şaşırttı bizi. ne diyelim bu da böyle bir tecrübe oldu geçti başımızdan. çok kötü geçen koca bir sezonun sonunda güzel bir haber duyduk ki ultraslan denilen tayfalar grubu ve onun tüm alt grupları kapalıyı terk ediyorlarmış, seneye eski açıkta ikamet edeceklermiş. hala tam inanabilmiş değilim açıkçası, ağustos ayında ilk maçta tribüne çıkınca anca inanırım. ama resmi sitelerinde açıklama yapmışlar, heralde geri adaım atmzlar bu noktadan sonra. iş nedeniyle şehir değiştirme ihtimalim hala gündemde olmasına rağmen, eğer icraatlar bizim istediğimiz gibi olursa, sadece o elemanlar olmadan bu kapalı nasıl olur diye var olan hayallerim, eski güzel günlere duyduğumuz özlem, kapalıda gerçekten takıma destek ya da gerçekten protesto etmek istediğimiz için bağırdığımız günlere döner miyiz o eli tokmaklı güngörenspor atkılı tipler olmadan sorularına cevap olsun diye kombine alacağım. kapalının ortasında bu tipler olmadan nasıl bir kapalı olacak, bütün sezon arkamızda bizimle birlikte kafayı yiyen arkadaşlarımız acaba daha çok insiyatif alırlar mı? alırlarsa ne güzel olur, takım kötü olsa da olur, önemli olan tribünde rahat etmek. bu sezon gittiğim 20 maçta çektiğim ızdırap bana yetmişti, bu güzel haber rahatlattı valla...

27 Nisan 2009

Cerrahi operasyon lazim

İstanbul'un cerrahından 2 adet rezalet daha,
1. Paşam sabahleyin bostancı daki olay yerine geliyor, araçtan iniyor üstünde takımı vs, hemen koruması koşuyor paltosunu alıyor, cerrah şöyle bir kollarını uzatıyor, ağam paşam kralım çok yaşa paltosunu giriyor, utanmasa bir de bıyıkları tarayacak. Neyse sonra tabii görevini yapıyor ve rezalet operasyona yayın yasağı getiriyor. Vay anam Vay! 2010 Kültür başkenti İstanbul'un Emn. Müdürü ve Valisinin ettiği haltlara bak.
2. Adamın kızı öldürülmüş, parçalanmış, ev temizlenmiş, cesedin parçaları ayrı ayrı kontainerlara atılır, çocuk kaçar, 30 gün geçer, 40 gün geçer, hocam bu çocuk yok ortada. Yav adam 18-19 yaşına, çakal karlos mudur nedir, bu çocuk nasıl kaçıyor? E bizim cerrah vuruyor neşteri olayı çözüyor; Kızına sahip çıksaydın diyor o kederli babaya. Vay anam vay, eğer bu lafı söylediysen direk harakiri yap defol git bu ülkeden. Rezil adam.
Bu ülkenin bu derece densizleşmesinin, alaturkalaşmasının sebebi bellidir. Ampul parti. Bu kadar cıvık cıvık, kuralsız, futursuz, tam alaturka tam pervasızlık, tam beyaz çorap. Yuh olsun!

24 Nisan 2009

Nükleer Santral ve Rezalet kokusu

Nükleer santralin tek teklif ve yüksek fiyat ile tartışma konusu olan yarışmasında Komisyon’un, “Rusya’daki en pahalı benzerinin bile iki katı para istiyor” sonucuna vararak olumsuz karar verdiği ortaya çıktı.Kararın 8 Nisan’da alınmasına karşın, olumsuz karar işleme sokulmayarak, kararın değiştirilmesi ve sonucun onaylanması için Yarışma Komisyonu’na baskı yapıldığı bildirildi. Ayrıca teklif veren JSC Atomstroyexport, JSC İnter Rao Ues (Rusya), Park teknik Elektrik Madencilik ortaklığının, santral yapımının kendilerine verilmesi karşılığında, yarışmayı düzenleyen Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi’ne (TETAŞ) Hazine’ye aktarılmak üzere 15 yıl boyunca kardan yüzde 10 pay teklif ettiği de ortaya çıktı.

21 Nisan 2009

Küresel kriz ve yatirimlar

Küresel ekonomik kriz istihdam ve bütçenin yanı sıra yatırımları da vurdu. Kredi bulmakta zorlanan enerji şirketleri yatırımlarını ve lisans başvurularını askıya aldı. Yatırımını ertelemek için son dönemde Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na (EPDK) başvuran firmalar arasında Alarko, Akfen, Cengiz İnşaat, Çeçen Holding-AES ortaklığı yer alıyor.
Tüketim yüzde 10 düştüSanayideki durgunluk nedeniyle yüzde 10 azalan elektrik tüketimi son yıllarda elektrik üretimine olan yoğun ilgiyi sekteye uğrattı. Son yıllarda enerji sektörüne yeni giren şirketlerin sayısının da artmasıyla yoğun lisans başvuruları alan EPDK, bu kez ek süre uzatımı, kurulu gücü azaltma ve yatırımı geri çekme talepleriyle karşılaşıyor.
Şirketlerin lisans ve elektrik üretim lisansı alma talebini geri çekmesinde, sanayideki durgunluğun yanı sıra kredi pazarındaki daralmanın da etkili olduğu ifade ediliyor. Firmaların yatırımları için uygun bulma kararı çıktıktan sonra 90 gün içinde lisans başvurusunda bulunması gerekiyor. Lisans alındıktan sonra ise yatırım süresi başlıyor. Bu nedenle firmalar yatırım süresini geçirerek teminatını yakmadan, süre uzatımı alarak ekonomik krizin etkisinin azalmasını beklemeyi tercih ediyor.
Ek süre talep ediliyorEPDK verilerine göre, Alarko Grubu Çanakkale Biga'da kurmayı planladığı 500 megavat kurulu güçteki elektrik santralı için süre uzatımı istedi. Akfen Grubu da Sinop'ta kuracağı 1600 megavat kurulu gücündeki santralı için EPDK'dan 1 yıl ek süre talebinde bulundu.
Amerikalı AES Enerji ve İbrahim Çeçen'in İÇTAŞ Enerji firması ile ortak kurulan Göller Enerji de Antalya'da 270 megavat kurulu güçte doğalgaz üretim santralı yatırımı için süre istedi. Bu arada Cengiz İnşaat'ın 600 megavat kurulu güçteki termik santral yatırımını geri çekmeyi planladığı belirtildi.Geçen günlerde Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlu Abdullah Unakıtan'ın şirketi AB Gıda da, Balıkesir Bandırma'daki enerji yatırımının kurulu gücün azaltmak için EPDK'ya başvurmuştu.

12 Nisan 2009

Ah ülkem vah ülkem - Top

Bu memleketin gidişini kim toparlayacak çok merak ediyorum. Siyaset, hukuk, ihaleler, sağlık, sokaktaki yaşam, futbol, diğer soır alanları vs. yaşanan onlarca miğdesizlik, terbiyesizlik, hukuksuzluk, ar damarının çatlaması, dürüstlük,namus nedir bilmeyen bir toplum.
Daha bugün maltepe sahilyolunda 20 yaşında bir genci dövüp hızını alamayıp vurup öldürdüler. Bana kimse bu işler bu kadar artarken ülke iyiye gidiyor diyemez, elinizi vicdanınıza koyun ve kafanızı kullanarak, sağduyu sahibi olarak cevap verin. Kafası kesinen genç kızlarımız, onun bunun tecavüzüne uğrayan 12-13 yaşında kızlarımız...ne kadar daha yazayım?
Biz ABD veya AB ülkesi değiliz. Oralarda herşey olabilir, lakin refah seviyesi arttıkça sapkınlıkların ortaya çıkması çok normal, ekonomik krizin sebebi biraz bu gereğinden fazla serbest olan piyasa değil mi? Ama bizde bu kadar rezillik oldu mu, ben kabul edemiyorum. Bu denli sosyal ilişkileri ve yapısı olan, ciddi bir aile kurgusu olan bir toplum olarak bu ülkenin yaşadıkları son örnekler maalesef ve maalesef, diğer ABD ve Avrupa ülkelerindeki benzer örneklerinden çok daha ciddi sonuçlar içeriyor. Birilerinin bu gidiş ile ilgili olarak özel bir çalışma yapması lazım. Yav insanlar bu kadar mı riyakar ve terbiyesiz olabilir. Bu kadar mı vatan millet diye konuşup çalıp çırparlar ya, yuh olsun yuh!
Şimdi kaç bitti, tvde değişik kanallarda maç sonu olayları seyrediyorum, takip ediyorum. İlk yorum şu iyi ki maçı seyretmek için bir yere gitmedim. Parama yazık, vaktime yazık onun yerine Jim Carrey Yes Man seyrettim, 2 saat keyifli vakit geçirdim. Maça gidenler ise haftaya sinirli ve gergin başlayacaklar değil mi pubblicita ?
Adnan gene attı tuttu, maçtan sonra. Komplo imiş, tezgah varmış, salla babacan salla. Ne de olsa yiyen çok, ceza yok. Bir CL maçından sonra sallasana UEFA'ya da göreyim seni. Bırakın adnan hoca bu işleri, o klüp senin anladığından, algıladığından çok büyüdü, erzurumun güzel köylerinden sonra buralar pek kolay değil. Gerçi bizim millet de sallamaktan ve yemekten dolayı pek şikayetçi değil ama biz ve bizim gibiler sizleri inşallah bu platformlardan silecek. Yaşımız gelecek. Baba parası ile Long Island'da okuyup gelip şirkete CEO olmak gibi değil bunlar.
Kültür, düşünce, fikir geliştirmek, bir birikim meselesidir. Bir yerde aileden çocuğa geçen bir gelenek. Tam olmasada anne babanın kaldığı yerden genelde çocuk devam eder, tabii ki bu sosyal açıdan. Lakin ailen sana bazı imkanlar tanır, sen o hayata doğar ve büyürsün, sonra oranın üstüne çıkman gerekir.
Liselileri göreve çağırıyorum. Zamanında müdahele etmezseniz gidişatınız bizim Tüpçü ve aşkımızın son yıllardaki bakınız 2003 sonrası, durumu! Acil müadehele borcunuzu 400'e kadar götürür. Zaten bunlar değil miydi FB yi durdurmak için yemek yiyen?
Son; maçın sonunda FB li topçuların yaptıkları açıklamalar kesin Yıldırım'ın direktifi ile son derece akıllı, uslu ve sakin açıklamalar yaptılar. Kesin kulakları çekilmiş, Lugano gibi bir adam bile özür diledi, kimse kusura bakmasın ama bu adam başkanlığı çok iyi öğrendi. Ama o da bazen kendine çok güvenden midir nedir çok hatalar yapmaya başladı.
Digiturk'e para vermeyerek çok akıllı bir seçim yaptığımı bu sezon 43. defa falan dile getirdim. Düşünün artık ne kadar düşmüşüzde, ben maça gitmeyi bırak, ayda 70 ytl bile vermeye yanaşmıyorum.

10 Nisan 2009

kocaeli - besiktas

aggressione bir viski cak ve uyu dedi ama henuz beceremedim. bu arada da maci izlemis oldum. sonuctan baslayalim, besiktas ilk yarisini cok kotu oynadigi bir maci 15 dakikada cevirdi ve bana gore sampiyon sayilir artik. cok majör bir gelişme olmazsa fikstür avantajı ile birlikte sampiyon olacaktir besiktas. kimsenin haketmedigi bir sampiyonlugu en cok onlar istedi en azindan. mesela mustafa denizliyi ben hicbir macta bu kadar kenarda hoplayip ziplarken gormemistim, durmadan bagirdi, hele ugurla yusufa bir fircasi vardi, gormeye deger. kafani kullan diye isaretler falan yapti. entellektuel teknik direktor diye bir sinif yaratti denizli bence. ayrica italyanlarin capellosu gibi 3 buyuk takimi calistirip hepsini de sampiyon yapmis olacak, er ya da gec. holoskoyla neden baslamadiniz sorusuna cevabi nasil bir entellektuel beyin oldugunu gosteriyor zaten: "eger holosko ve ugurla baslasaydim oyundan dusmemiz halinde taraftarin ve sahadaki futbolcularin girip de oyunu degistirir diye bekleyecegi hic kozum kalmamis olacakti." ama bence besiktaslilarin en cok hosuna gidecek "derbi nasil sonuclanmasini istersiniz?" sorusuna verdigi cevaptir :"derbiye yakisir iyi oyun olsun ama yakin ilgi alanimiza girmiyor." 6 puanlik "minicik" farktan bu kadar ince ve nukteli bahsedilirdi. takdir.

4 Nisan 2009

Paylaşım

Hiç alakam olmayan ama okuduğumda bir düşüncenin bu kadar az kelime ile bu kadar samimi bir şekilde anlatıldığını görünce NaAzım Hikmet'in bir şiirinden bir kısım paylaşmak istiyorum,
---
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde,
hep beraber!diyebilmek için
----
İnsanın en önemli ihtiyacı aslında paylaşmak, gönlünü açmak, hayatını paylaşmak, bunu yapmak bir çoklarına göre bir zaafiyet veya yapıldığında insanı zorlayan, kasan bir hareket. Değer verdiğin insanlara verdiğin değeri
hissettirmenin bundan daha önemli bir vasıtası olamaz.
Bir çoğumuz bir şekilde kıskançlık, haset, nazar vs. gibi negatif rüzgarlara kapılıp kendi dünyasına çekilip insanlarla iletişimlerini azaltıyorlar. Bu şekilde sorunları, sıkıntıları ve mutlulukları kendi içlerinde yaşayıp orada bırakıyorlar, ve hayatlarının büyümesini kendi kendilerine engelliyorlar.